Avrupa Birliği Adına: Kelimelerin Önemi Üzerine

Son günlerde AB'de bir “mülteci dalgası” veya “göç felâketi”nin eli kulağında olduğu lafları çok edildi. Brüksel'deki ofisimizin müdürü Eva van de Rakt’a göre ise asıl felâket, Batılı hükûmetlerin bizler tarafından korunmayı hak eden insanları Afganistan'dan kurtarmayı başaramamış olması.

1965'te Alman yazar Heinrich Böll, “Dil sevdalısı olan herkes bilir ki dil, insanlardaki en insani şeydir ve tam da bu nedenle aynı zamanda insanların insanlık dışı yönlerini dışavurmalarını sağlayan en korkunç araçlardan biri haline gelebilir: Kelimeler öldürebilir, kelimeler iyileştirebilir.”[i]

Birkaç gündür bu sözleri sıkça düşünür oldum. ABD ve AB Üye Ülkelerinin Taliban’ın iktidarı ele geçirişi karşısında ne kadar hazırlıksız olduklarını nutkum tutularak izledim. Bunun Afganistan’da yaşayan ve demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü için 20 yıldır mücadele eden herkes için felâket sonuçları olacağı aşikâr. Afganistan'daki güvenlik durumunun birkaç gün içinde bile bu kadar tehlikeli ve ölümcül hâle gelmesinin başlıca nedeninin, Batılı hükûmetlerin yanlış değerlendirmeleri olduğu her geçen gün daha da netleşiyor. ABD birlikleri ülkeden ayrılana kadar kaç insanın hayatı kurtarılabilirdi, bilmiyoruz. Kabil'in düşmesinden kısa bir süre önce AB’den Afganistan'a sığınmacıların hâlâ geri gönderilmeye devam ediyor oluşu ise akıl alır gibi değil.

Bu insanların, Batılı politikacılardan güvenliklerini sağlayacaklarına dair sözler yerine, AB'nin dış sınırlarına her geçen gün daha fazla mültecinin dayanacağına dair uyarıları içeren sözler duymak veya okumak zorunda kaldıklarını hayal ettiğimde ise kanım donuyor. Kasıtlı olsun ya da olmasın, farkında olmadan veya muğlak ifadelerle söylenmiş olsun ya da olmasın, kelimeler öldürebilir.

Hangi kriz?

Son günlerde AB'de bir “mülteci dalgası”nın yaklaşmakta olduğu, bir “göç felaketi”nin yaşanmasına ramak kaldığı ve bir “mülteci krizi”nin beklendiği sözleri çok sık dile getirildi. İnsanın zihninde ürkütücü imgeler uyandıran bu insanlıkdışı kelimeler genellikle tarafsız terimlermiş gibi kullanıldı. “2015'in bir daha yaşanmasına asla izin verilmemeli” gibi çiğ ve saçma sapan bir söz var mesela. Oysa asıl felâket, Batılı hükûmetlerin, korumamıza ihtiyaç duyan insanları Ağustos 2021'in sonuna kadar Afganistan’dan güvenli bir şekilde çıkaramayacak olmalarıdır.

Daha 2015'te bile bir “mülteci krizi” ile değil, Avrupa mülteci politikası kriziyle uğraşıyorduk. Böyle bir anlamsal netleştirme, hem o yılın olaylarının sunuluş hem de algılanışında büyük bir farklılaşmaya neden olur. Demokrat politikacıladan yanlış bilgi ve dezenformasyon yaymaktan kaçınmalarını, kutuplaşma ve gerilimin tırmanmaması için sözlerini dikkatli seçmelerini beklemek aşırı bir istek değil. Çünkü kullanacakları kelimeler insanları iyileştirebilir de.

Ancak, göç politikası krizi bugün de devam ediyor. Bu kriz, pek çok söyleme gölge düşürüyor ve yıkıcı umutsuzluğu nedeniyle Avrupa projesinin en temel direklerini aşındırıyor. Bazı Avrupalılar, uluslararası desteğin bir gecede yok olmasıyla birlikte Afganistan halkının Taliban'a direnmemesine dudak bükerken, AB'deki üst düzey politikacılar da Avrupa değerlerini açık ve net sözlerle savunmaktan acizler; oy kaybedeceklerinden endişeleniyorlar belli ki.

Avrupa Komisyonu'nun “Yeni Göç ve İltica Paktı”nı açıklamasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Ancak uzun zamandır bekletilen bu öneri uygulamada, Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin eksikliklerini gidermeyecektir; hatta durumu daha da kötü hale getirebilir. Avrupa Komisyonu jargonunda “göç yönetimi” teriminin kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Kelimeler insanı yanıltabilir.

Hangi Avrupa egemenliği?

AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB Dışişleri Bakanlarıyla görüşmesinin ardından “Avrupa Birliği adına” yaptığı ilk açıklamasında “kontrolsüz düzensiz göçün” tehlikeleri konusunda açıkça uyarılarda bulundu ve son cümlesinde AB'nin “artan mülteci ve göçmen akışının yaratacağı olumsuz etkilerin bertarafı konusunda Afganistan'ın komşularına da destek vereceğini” vurguladı. Kabil havalimanına gidemeyen veya oradan çıkamayıp can korkusu yaşayanlar varken, Borrell'in bu kelimeleri seçmesi şunu gösteriyor: AB öncelikle kendi derdi ile meşgûl ve aşırı sağcı hükûmet başkanları yıllardır AB’nin göç ve iltica konularındaki tavrında belirleyici rol oynadıkları için, AB kurumlarını da aynı tavrı benimseye zorluyorlar. AB Yüksek Temsilcisi'nin tüm dünyaya hitaben aslen iç siyaseti hedefleyen mesajlarla dolu bir açıklama yapması, bu durumu absürt seviyelere taşıyor. Dillere pelesenk olan Avrupa egemenliği ve AB’nin güvenilir küresel bir role sahip olduğu iddiasından son yıllarda iyice uzaklaşıldığını da gösteriyor.

Borrell'in bu olaylardan etkilenen insanların kötü durumuna kayıtsız olduğunu varsayamayız. AB vatandaşlarının ve AB veya Üye Devletler için çalışan yerel personelin tahliyesinin öncelikli olacağını vurguladı ve “özellikle kadınlar ve kız çocuklarının hakları olmak üzere tüm insan haklarının korunması ve teşvik edilmesi” çağrısında bulundu, doğru. Gelgelelim, “potansiyel bir göç felâketi”ne dair uyarılarda bulunmak, ortada Afganistan’da tehlike altında olan insanlara karşı ciddi bir saygı eksikliği ve belli bir siyasi sorumsuzluk olduğunun bir işaretidir. Zira, bir kişi bir yandan siyasi iletişimlerinde “göçten caydırma” terimine özel vurgu yapan AB liderlerine ayak bağı olmamaya çalışıp bir yandan insani davranışlar sergilemeye ve kararlılık göstermeye çalışıyorsa, o kişinin iyi niyetle dile getirdiği sözlerin, gösterdiği empatinin ve sahip olduğu itibarın bir kıymeti yoktur ne yazık ki.

Siyasi irade meselesi

Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel de göç konusunu dile getirdi. Michel, AB heyetinin tahliye edilen Afgan personeli ve aileleri için İspanya'nın Torrejón askeri üssünde kurulan “Karşılama Merkezini” ziyareti sırasında, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve İspanya Başbakanı Pedro Sánchez ile yaptıkları ortak basın toplantısında şöyle dedi: “Göç ile ilgili meseleleri de dikkate almalıyız. Bu meselelerin AB de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde zor meseleler olduğunun farkındayız. Yaklaşımımız üçüncü ülkelerle ortaklıklar kurmak olmalı; Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu’nda yapacağımız ilk iş bu konuyu, yani düzenli göç kapasitesini arttıracak stratejiler geliştirmemizi ve bence çok önemli olan Avrupa projesinin bütünlüğü ile Avrupa’nın çıkarları arasında bir denge tutturmamızı sağlayacak ve güvenliği garanti altına alacak olan bu ortaklık meselesini ele almak olacak elbette.”

Bazı moda sözcükler havada uçuyor: zor mesele, üçüncü ülkeler, kapasite, Avrupa çıkarlarını savunmak, güvenliği garanti altına almak. Bu arada von der Leyen’in, AB'nin tehlike altında olan ve korunmaya muhtaç insanların başka ülkelere yerleştirilmesi programını uygulamak için uluslararası toplumla birlikte çalışmasının gerekli olduğunu ve bunun ahlâki görevi olduğunu açıkça ifade ettiğini de belirtelim.

AB'ye yeni ulaşmış olan Afganlı personel ve ailelerinin yaşadığı travmatik olaylar düşünüldüğünde, Avrupa Konseyi Başkanı'nın onların gelişini “zor bir mesele” olarak tanımlaması utanç vericidir. Bunun sıcak bir karşılama olduğu söylenemez herhalde. AB içinde göç politikasına dair yaşanan zorlukların ve çatışmaların üstesinden gelmek, bir kapasite sorunu değil, bir siyasi irade sorunudur.

Ortak dava mı?

Michel ve von der Leyen, AB heyetinin Afgan personelini ve Kabil'den yeni gelen ailelerini geçici olarak barındırmaya hazır olduğu için İspanyol hükûmetinin sosyal demokrat başkanı Sánchez'i haklı olarak övdü. Haklı olarak diyorum, çünkü Akdeniz ile sınırı olan AB ülkeleri arasında İspanya, İtalya ve Yunanistan ile birlikte mültecilerin kabul edilmesi konusunda diğer Üye Ülkeler tarafından yalnız bırakıldı ve bırakılmaya devam ediyor. Bununla birlikte, 27 AB ülkesinin, şu anda İspanya'da bulunan sığınmacıların nasıl yeniden yerleştirileceği ve Afganistan'dan gelen mültecileri kabul etme kotaları konusunda yakın bir zamanda bir anlaşmaya varmasının olası olmadığı görülüyor.

Slovenya'nın AB Konseyi Başkanlığını 2021'in sonuna kadar sürdürecek olması durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Slovenya’nın sağcı Başbakanı Janez Janša 22 Ağustos'ta, 2015 yılına ait görüntüler eşliğinde AB'nin “Afganistan’a hiçbir göç koridoru açmayacağını” belirten bir tweet attı. Janša’nın partisi SDS, Avrupa Parlamentosu'ndaki Avrupa Halk Partisi grubunun bir üyesi. Bu grubun başkanı David Sassoli, tam yerinde bir harekette bulunarak Janša'ya, Avrupa Birliği'nin ne yapacağını söylemenin AB Konseyi Başkanlığı'na düşmediğini hatırlattı. Ona böyle bir şeyi hatırlatmak durumunda kalınması tam anlamıyla utanç verici bir durum. Buna rağmen Janša, AB Üye Devletleri arasındaki tartışmaları ve müzakereleri etkileyebilir, çünkü AB Konseyi oturumlarını düzenleyip onlara başkanlık etmek ve Üye Devletler arasında veya AB Konseyi ile diğer AB kurumları arasında herhangi bir ihtilaf olması durumunda uzlaşma sağlamak AB Konseyi Başkanlığı'nın sorumluluğunda. AB iç müzakerelerinin mevcut moderatörü olarak Sloven hükûmetin, eğer isterse, bu müzakereleri durdurmasının veya engellemesinin önünde hiçbir engel yok.

Önümüzdeki haftalarda ve aylarda her şey, her bir AB Üye Devletinin iyi bir örnek oluşturmasına ve konuyu başkalarının inisiyatifine bırakmamasına bağlı olacak. Buna, Afganistan'dan insanları kabul etmeye, onlara yerlerinden olmayacaklarına dair güvence vermeye ve AB’de bir gelecek fırsatı sunmaya hazır olduklarını ifade etmek de dahil. Bu bağlamda bir sonraki Alman hükûmetinin özel bir sorumluluğu olacaktır.

Kelimelerin varoluşsal bir fark yarattığının farkında olmak son derece önemli. Çünkü kelimeler öldürebilir, ama iyileştirebilir de.


[i] Almanca orijinali: Kölner Ausgabe Bd. 14 der Heinrich Böll Werkausgabe, herausgegeben von Jochen Schubert, „Epitaph für Walter Widmer“, S. 324-325, Köln, Kiepenheuer und Witsch, 2002